2

Ben&Jerry's celebrating Marriage Equality in D.C!

| 23 Mart 2010 Salı
Fair Trade konusunda duyarlı sevgili dondurma markamız Ben&Jerry's şimdi de Washington D.C'deki evlilik eşitliğini kutlayan bir dondurma üretmiş. Seviyoruz böyle hareketleri.

0

Erdil Yaşaroğlu ve Nil Karaibrahimgil @ santralistanbul

|
Biri mizah yazarı, diğeri şarkıcı. Ama ikisi de bir anlamda son dönemin sosyal medya ünlüleri. Twitter'da en çok takip edilen "ünlüler" arasındaki bu iki isim yaptıkları asıl işin yanında birtakım etkinlikler, açılışlar ve partilerde de sıkça görülmeye, hatta bu sayede Eda Taşpınar'ın televizyon programından Vogue dergisine kadar moda ile ilgili yerlerde de görünür olmaya başladılar. Şimdi de sevgili kampüsüm santralistanbul'dalarmış. Ne konuşacaklar, ne anlatacaklar diye merak etmiyor değilim.

3

Twestival İstanbul!

| 22 Mart 2010 Pazartesi
Sosyal medyanın günümüzdeki önemi ve gücü su götürmez bir gerçek. Bunu çeşitli şekillerde kullanan birçok marka, kurum ve insan var. Twestival ise bunun dünyadaki tek örneği. Sosyal medya üzerinden kurgulanan, pazarlanan ve harekete geçirilen bir etkinlik, bir festival.



300'den fazla dünya şehrinin, 25 Mart'ta 24 saat boyunca Twestival ile sosyal medyanın gücünü ve önemini dünyanın herkesine gösterecek. Bunu da sadece eğlenmek veya sosyalleşmek için yapmayacak. Twestival'de elde edilen bütün gelir Concern Worldwide vakfına bağışlanacak.



Sosyal medya üzerinden başlatılan bu hareketi sosyal medya kullanıcısı, üreticisi, tüketicisi, izleyicisi olarak yani her türlü destekliyorum.

0

Retro Amerikan Rüyası*

|
*Süt Kutusu'ndan bulunan keşifler, şahane retro posterler.








2

Eastpak koltuk!

|
Koltukta otururken bir anda ihtiyaç duyulan, aranan bir sürü şey vardır. Kumanda, dergi, kulaklık, şarj aleti, bilgisayar kablosu, abur cubur, kitap, kâğıt-kalem... Bu liste uzar gider. Q&M'in Eastpak işbirliğiyle tasarladığı bu koltuk bütün bu ihtiyaçları tek bir yerde topluyor. Artık aranılan her şey tek bir yerde. Bize kalansa koltuğa uzanmak ve mümkünse uzun bir süre hiç kalkmamak...

0

Açılışlar, açılışlar...

|
2010 dedik, kültür başkenti dedik, açılış dedik, sergi dedik, galeri dedik. Bitmiyor, gitmiyor, sevindiriyor.

İlk durak Building. Geçtiğimiz günlerde Build Your Own Fashion'ın devamını yapan pek sevgili mekânımız 15 Mart ve 5 Nisan arası Deniz Berdan'ın nev-i şahsına münhasır kızı Begüm'ü (Deniz Berdan'ın deyişiyle Beg) ağırlıyor.

İkinci sergi davetiyemiz ise Sanatorium'dan. Asmalımescit'in küçük ama güzel galerilerinden Sanatorium Passing China ile bizlere yeni deneyimler sunuyor. 24 Mart'ta açılışa gitmeli, hatta gitmişken de Asmalı'nın yeni mekânlarından Hardal'a da bir uğramalı.


2

Karim Rashid for Citibank!

|
Aile tasarımcımız her-şeyi-tasarlar Karim Rashid şimdi de Citibank için "teşekkür" kartları tasarlamış. Citibank'ın birtakım sansasyonlar ve tabii ki rakiplerle boğuştuğu şu günlerde böyle bir işbirliğine girişmesi ve bunun da Karim Rashid ile olması pek de güzel bir haber elbette. Bir yandan da bankanın içine de el atabilir gibi dedikodular dönmekte. Heyecanla bekliyoruz.





0

Jeremy Scott w/ Adidas, as always!

|
Pek sevdiğimiz lovemark Adidas Originals ve Jeremy Scott sunar:

Wish you were here!


2

what I miss recently!

|

0

Ville Vallo Mad Hatter olursa!

| 15 Mart 2010 Pazartesi
Alice in Wonderland furyasına/modasına Metal Hammer dergisi de uyarsa ortaya ne çıkar?

0

sevilesi tespitler!

|
The Cool Hunter'dan sevilesi bir fotoğraf. Başarılı tespit!

0

say welcome to xoxo!

|
Geçen hafta W Hotel'deki lansman partisi ile hayatımıza giren XOXO İstanbul odaklı bir kültür-sanat, yaşam, moda, tasarım ve diğer her şey dergisi. Ücretsiz, küçük ve sade. Kadrosunda ve partisinde elbette ki tanıdık isimler, pek sevgili arkadaşım Dino, ve daha bir sürü yenilik. Kendilerine hoş geldin diyor ve yeni sayıları heyecanla bekliyoruz!




0

Aurea by Vicente Lujan

|
Vicente Lujan'ın "Essays on Paper" projesi için standart kâğıt boylarından esinlenerek tasarladığı Aurea adlı bu kitaplıklar gerçekten şahane olmuş.


2

Adidas'tan takım elbise anlayışı!

|
Böyle bir takım elbise ile bir davete, düğüne gitsem, kırmızı halıda yürüsem, açılışta boy göstersem, dans etsem, vals yapsam, nasıl olur?

4

macarons for nike!

|
Nike'ın pek sevdiğim -Suat kadar olmasın- makaronlardan esinlenerek yarattığı makaron sneaker serisi gerçekten şahane olmuş. Sade, tek renk ama güzel!




2

marka "konumlandırması"

|
Metro istasyonları günümüzde en çok viral ve gerilla reklamın yapıldığı yerlerden biri. IKEA da bunu düşünerek metroda yarattığı IKEA evi hissiyatını çok başarılı bir şekilde oluşturmuş. İnsanın o koltuklardan kalkıp metroya binmesi pek gelmese de Paris gibi metronun en çok kullanıldığı ve kalabalığın metroda buluştuğu bir kentte bunu yapmak başarılı bir seçim olmuş.

0

polis devleti kapıda!

|
Deniz Gül bildiriyor:

artık her yerde arama tarama yapıyorlar. Günde üç kere, GENEL BILGI TOPLAMA. Sahilde guneslenen sevgililere, cigdem citleten cocuklara. Polis devleti burnunuzun dibinde. AKP'yi daha da destekleyin aydınlar.
1

if Jesus was a body builder!

|
2

let's talk about fashion! vol.2

|


Moda konusunda biraz daha konuşmam(ız) gerekiyor sanırım. Istanbul Moda Haftası'nın bitimiyle, Mart'ın gelişiyle moda hayatımız biraz daha renklendi. Çünkü uzun zamandır beklenen, hakkında bir sürü dedikodu çıkan, herkesi heyecanlandıran Vogue Türkiye Mart ayı itibariyle çıktı.



Öncelikle ilk 1000 sayısının İstinye Park'ta özel bir numaralandırma sistemiyle satılması, bunun bütün Vogue ekibiyle şampanya eşliğinde kutlanması ve benim bütün bu "seremoni"ye katılamamam bittabii beni biraz üzdü. Neyse ki bu üzüntümü Vogue'un hatrına es geçtim ve kendimi Vogue Türkiye'ye verdim. Zira aldığım günden beri okumayı bitiremedim. Seda Domaniç'in genel yayın yönetmenliği yapması en çok konuşulan konulardan biriydi, kendisinin yaptıklarını okuduğum, gördüğüm için başarılı bir seçim diyebilirim, ama bu alandaki deneyimini Vogue'a nasıl yansıtacağını ileriki sayılarda göreceğiz gibi geliyor. Kendisi Anna Wintour gibi "I will only stay 3 Days" akımları yaratmayacak bir naiflikte olsa da Vogue Türkiye'yi diğer Vogue'lardan nasıl farklılaştıracağı ve bir yere getireceği merak unsuru.



Bir başka konu ise Ece Sükan'ın Vogue Türkiye'deki yeriydi. Editör mü olacaktı, stil danışmanı mı, yönetmen mi. En sonunda Vogue Türkiye'nin künyesini gördüğümüzde bu konu da netleşti. Ece Sükan'ı o sayfada Vogue Türkiye'nin "moda ve stil danışmanı" olarak görünce gerçekten sevindik, mutlu olduk, gurur duyduk. Ya da en azından ben öyle oldum. Vogue.com sitesinin editörlüğünü ise Moda Trenden İn blogunu uzun süredir takip ettiğimiz Melis Pekand üstlenmiş, ki bu da başarılı bir seçim olmuş. Vogue.com'un ilk ataklarından biri de pek sevdiğimiz dâhi tasarımcı Hussein Chalayan'ın -ki kendisini bu aralar "bence vög" diye anıyorlar- F/W '11 defilesini canlı olarak yayınlaması oldu.




Vogue'un ilk sayısında birçok tanıdık isme rastlıyoruz elbette. Hazal Yılmaz, Mehmet Tez, Nil Karaibrahimgil, Melis Alphan, Sevin Okyay, Hande Oynar, Yıldırım Türker, Ilgın Yorulmaz bunlardan ilk bakışta benim gözüme çarpanlar.

Vogue'un moda hayatımıza neler getireceği henüz belirsiz olsa da yeni bir soluk getirdiği ve beraberdinde moda alanında daha fazla görünürlük ve dedikodu taşıdığı kesin. Bir ansiklopedi niteliğinde ve niceliğinde görünen Vogue Mart ayının Elle ve Bazaar dergilerine de sanırım rakip kaygısı vermiş olmalı ki bu dergilerin de sayfa sayıları artmış bir anda. Bütün bu moda pazarında sonumuz hayrola!
1

let's talk about fashion! vol.1

|
Moda, her zaman için ilgi alanım olan bir konu. Bunu bu blogda da açık bir şekilde gösteriyorum. Ama hiçbir zaman blogumu bir "moda blogu" kategorisine sokmadım, sokmam. Bunun birkaç nedeni var elbette. Bunlardan ilki kendimi moda konusunda "ahkâm kesecek" kadar yetkin ve bilgili görmemem. İkincisi ise bir blogu sadece tek bir konu hakkında yapmak benim için biraz kısıtlayıcı geliyor. Ancak bugün uzun zamandır moda hakkında biriktirdiğim birtakım şeyleri paylaşmak, haklarında bir şeyler söylemek için doğru bir gün diyorum.

Moda; son günlerde Istanbul Fashion Week ve Vogue Türkiye ile hiç olmadığı kadar hayatım(ız)a girdi. İlki geçen yaz İTÜ Taşkışla'da yapılan Istanbul Fashion Days'i bir "moda haftası"na dönüştürme operasyonu olarak gördüğüm IFW, henüz bir moda haftası kıvamına gelemese de yeni yeni şekillenmeye başlayan bir organizasyon için yeterli denilebilir.



Açılışını anlamsız bir şekilde Ertuğrul Günay ve Meg Ryan'ın yaptığı IFW hayatımıza resmi olarak girmiş oldu. Bir "kültür ve turizm" bakanının moda haftasını açmasını Türkiye'nin bu tür organizasyonları bir "turizm" kapısı olarak görmesine mi bağlayabiliriz, yoksa bakanımızın "fashionable" oluşuna mı? Ya da Meg Ryan ne zamandan beri Hollywood'da bir moda ikonu da bizim haberimiz yok? Ya o gidişi neydi öyle? Sanki parayı vermeyeceklermiş gibi. Neyse, bunları hiç olmamış gibi farz etsek mesela?

IFW'nin görünürde en büyük ve temel olarak nitelendirebileceğim aksaklıkları, giriş ve davetiye sorunu idi. Girişlerin tek bir kapıdan yapılması, basın karışıklığı, davetiyelerin disorganize bir şekilde tasarımcılar/yöneticiler/organizatörler/sponsorlar gibi çok ayaklı bir yapıya ayrı ayrı bırakılmış olması, bloggerların gördüğü büyük ilgi ve bu ilginin yol açtığı birtakım sorunlar, defile ve fuar alanlarının arasındaki geçiş problemi, gelen yabancı basının ve misafirlerin belki de İngilizce bilmeyen veya konuşamayan kapı görevlilerinden göremedikleri ilgi sanırım bu sorunlardan sadece birkaçı.



IFW'deki bir diğer sorun ise iletişim ve pazarlama konusundaydı. Yapılan tanıtımların ve reklâmların yetersizliği, santralistanbul -ki kendisi benim kampüsüm olduğu için avucumun içi gibi biliyorum- gibi bir mekânın yeterli ve nitelikli bir şekilde kullanılamaması, bu mekânda IFW ile özdeşleşen bir atmosfer yaratılamaması, Otto ve Tamirane'nin bu organizasyona adapte edilmemesi, Enerji Müzesi'nin içindeki partilerdeki organizasyon ve iletişim eksikliği, mekândaki yönlendirme yazılarının, araç/servis bilgisi panolarının, programların eksikliği de bu alanda göze çarpan ve ilk bakışta hissedilen eksikliklerin başındaydı. Prodüksiyon konusunda ise yaşanan birtakım küçük aksaklıklara rağmen CPM çok başarılı bir iş çıkarmıştı diyebiliriz. Kendilerinin ücretsiz -ki kendileri gönüllü diyor- eleman çalıştırmalarını çok da doğru ve yararlı bulmasam da prodüksiyon konusunda başarılı bir organizasyon olmasını sağlamışlardı.

Hava muhalefetini -ki mücbir sebep diyip yok sayabiliriz- , iletişim, pazarlama, tanıtım ve organizasyonel hataları gibi hataları ve eksiklikleri bir sonraki IFW için bir "ders" sayar ve önümüze bakarsak, yine de umutlu olabiliriz.

Defilelerden aklımda kalan en önemli isimler, olaylar ve görseller ise şöyle sıralanabilir. Hatice Gökçe'nin Perwoll sponsorluğunda gerçekleştirdiği "Kara Karga", erkekler kadar kadınların da Hatice Gökçe tarafından dönüştürülebilir ve yeniden yaratılabilir olduğunu gösteriyor. Hatice Gökçe'nin "kara karga"sındaki örgü elbiseler ve pantolonlar önümüzdeki sene sokakta pek görmesek de birtakım moda "öncü"lerinin üzerinde göreceğimiz kesin parçalar.




IFW'deki benim için en önemli isimlerden biri de tasarımlarını çok beğendiğim ve en kısa zamanda Londra, Paris, New York moda haftalarında görmeyi beklediğim Özgür Masur oldu. Özgür Masur'un Protez - STO adını verdiği son kreasyonu ve bu kreasyondaki siyah renk gerçekten fazlaca isyankâr, feminen, sert ve keskin.





Elbette ki IFW'nin ağır topları Bahar Korçan, Hakan Yıldırım, Arzu Kaprol her zamanki gibi güzel fakat bolca klişe tasarımlar sundular. Hakan Yıldırım'ın -ya da Hakaan mı desek- Londra çıkarması İstanbul'u biraz gölgede bırakmış olsa da sufi müziğinden gına geldiği böylece anlaşılmış olabilir belki.

IFW hakkında söylenebilecek son şey ise biraz daha profesyönel bir ekiple çalışmaları ve bu "moda haftası" dedikleri organizasyonu gerçek bir moda haftasına döndürmeye çalışırken kimin ne yaptığını açıkça belirtebilecekleri bir organizasyonel yapı kurmaları. Elbette bu sürece hazırladıkları kitaplara "de" ve "da"ları ayrı yazmayı bilen ve kadına "bayan" demeyen bir editör bulmaları da yardımcı olabilir.