2

Alvin Ailey American Dance Theater

| 29 Eylül 2008 Pazartesi

Alvin Ailey American Dance Theater’ın 50. yılını kutladığı 2008 senesinde, İstanbul’da da üç gece boyunca sergilediği performansların üçünde de bulundum, bulunmakla kalmayıp onlarla çalıştım. Bu cümle böyle kurunca çok çılgınca geliyor, ama benim için gerçekten öyleydi. İnanılmaz bir deneyimdi. Bir hafta boyunca sahne ve gösteri sanatları adına okulda öğrenemeyeceğim kadar çok şey öğrendim. Sanırım anlatmaya başlasam iyi olur.

HSBC sponsorluğunda İKSV tarafından 17–18–19 Eylül tarihlerinde düzenlenen bu üç günlük gösteri aslında benim için 14 Eylül pazar günü başladı. Daha havaalanından ilk çıkışlarından itibaren “profesyonel” kelimesinin gerçek anlamı nedir, bir gösteri grubu aslında nasıl çalışır, bu tür organizasyonlarda, turnelerde ve projelerde ne, nasıl yönetilir öğrenmeye o andan itibaren başladım. Çünkü otuz bir dansçının dışında teknik ekip, yönetim kadrosu, menajer derken iş elli kişilik bir grubu idare etmekti ve dokuz rehber olmamıza rağmen, yine de çok kolay olmayacağı belliydi. Bir yandan grubun gelişi, otobüslere yerleşmesi, kayıp bavulların bulunması gibi birçok konuyla uğraşırken, ben de yavaş yavaş yönetim denilen şeyin aslında ne kadar karmaşık olduğunu ve kendi içindeki düzeniyle ne kadar güzel ilerlediğini öğreniyordum. Zira benim bir hafta boyunca kimin ne iş yaptığını çözmem biraz zor oldu. Topluluk Yöneticisi, Teknik Yönetmen, Sahne Amiri, Performans ve Prodüksiyon Yöneticisi, Prova Yönetmeni, Fizyoterapist… Bütün bunlar benim hayatıma AAADT ile giren sıfatlar. Pazar gününün yorgunluğu, pazartesinin boş olmasının rahatlığı ile bir anda gelen salı günü ile koşuşturmaca başladı. Teknik ekipten sorumlu rehberlerden biri olarak sabah 06.00 itibariyle uyanmam, bir haftalık maratonumun sadece başlangıcıydı. Çünkü teknik ekip sadece sahne üstündeki ışık ve dekorla ilgilenen kişilerden oluşmuyordu. Prodüksiyon odası denilen bir şey vardı, ki bu benim için gösterinin en güzel kısmıydı. Zira gösterileri izlemeyi elbette seven biri olarak onun bir parçası olmak, bu kadar küçük bir parçası olsam da, benim için çok daha önemliydi. Prodüksiyon odası benim dört gün boyunca ikinci evim oldu.

Öncelikle Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndan bir sürü izin alındı. Duşların kullanılması, duvarlara kâğıt asılması, yemek, ışık, taşınacak eşyalar… Daha sonra iş geldi prodüksiyon odasının ve kulislerin kurulmasına. Kulisler masa, ayna, sandalye ve biraz ışıkla bitti. Ancak prodüksiyon odası gerçekten bambaşka bir yerdi. Topluluk yöneticisinin masası, sahne amirinin masası, teknik yönetmenin masası, turne menajerinin masası, fizyoterapistin odası, kostüm ve aksesuar bölümü, sanat yönetmeninin odası… Bütün bunların arasında koridorlara, kulislerin kapısına, tuvaletlere, haber duvarına asılan yüzlerce kâğıt, yönlendirme ve uyarı gerçekten başımı döndürdü. İlk olarak sahne arkasına girilen koridorun sağında bir haber duvarı oluşturdular. Bu duvarda grupla ilgili her türlü bilgi vardı. Gösteri saatleri, sahne ayrıntıları, gösteri sonrası otobüs saatleri, kostüm değişiklikleri, aksesuar notları, gösteri sonrası gidilecek yerlerin bilgileri, prodüksiyon uyarıları, rehber bilgileri, hava durumu, turne programı… Bütün bunlar ayrıca “Black Book” adını verdikleri ve daha ilk günden kaldıkları otelin resepsiyonuna bıraktıkları bir klasörün içine de koyuluyor ve her an güncelleniyordu. Böylece topluluktaki her dansçı bu bilgileri en güncel şekilde ister haber duvarından isterse “Black Book”’tan edinebiliyordu. Koridorun ilerisinde ise üstlerinde prodüksiyon odasına, kulislere, duşlara, dinlenme odasına, fizyoterapi odasına ve diğer yerlere götüren okların yer aldığı yönlendirme kağıtları asıldı. Koridorun ilerisinde solda dinlenme odası, ya da onların deyimiyle “lounge” yer alıyordu. Burada çamaşır ve kurutma makineleri, teknik ekibin kasaları, makyaj ve ilaç dolabı, sadece meyve ve sudan oluşan kulis yemeği, çay-kahve makinesi ve birkaç koltuk, puf ve masa vardı. Bu orta salondan erkekler tuvaletine, erkekler kulisine ve prodüksiyon odasına geçiliyordu. Prodüksiyon odasında gördüğüm telefon, internet bağlantısı, yazıcı/faks/tarayıcı işlevini gören bir alet, sayamadığım kadar çok bilgisayar ve telsizler sanki onlar turnede değilmiş de ben New York’a onların sahnesine gitmişim gibi hissettirdi. Bütün bu prodüksiyon masalarının ilerisinde ise kostümcüler çalışıyordu. Çamaşır ve kurutma makineleri, ütü, kostüm düzleştirici, dikiş makinesi, su süzücü (daha iyi bir tanım bulamadım)… Bütün bunlar yanlarında getirdikleri, sürekli kullandıkları ve buna gerçekten çok alıştıkları aletler. Bana bir turnede nelere, nasıl ve ne kadar ihtiyaç duyulabileceğini çok açık bir biçimde gösterdiler. Masanın üzerine koyulacak çiçekler, ikram edilecek tatlı, broşürler, duşların ayarlanması, transfer saatleri, gösteri sonrası götürülecek yer, marketten alınması gereken şeyler, çöp kutuları, buz… Gerçekten istemenin bir sınırı yokmuş. Ancak istenen şeyler mantıklı ve normal olduğu sürece bulmak ve gerçekleştirmek o kadar da zor değilmiş.

Gelelim gösterinin sahne arkasından, sahne önüne. Zira birçok kişi sadece sahnenin üstünü görür ve sahne arkasındaki o emek pek de önem teşkil etmez. AAADT sahne arkasında olduğu kadar sahne üstünde de mükemmeldi diyebilirim. Dört bölümden oluşan gösteri izleyicilere iki saat boyunca Afro-Amerikan kültürü ve modern dansını etkileyici bir şekilde gösterdi. Alvin Ailey’nin koreografileri ve Judith Jamison’ın sanat yönetmenliği ile 50. yılını kutlayan AAADT, gerçekten bir saniye bile gözünüzü kırpmadan izleyebileceğiniz bir şov hazırlamıştı. İlk bölüm olan “Gece Yaratığı” bence kostüm ve koreografi olarak en başarılı bölümdü. Zira bu bölümdeki caz müziği ile klasik bale hareketleri, gösterinin daha ilk dakikalarından Afro-Amerikan dans kültürünü ve müziğini izleyiciye aktarmaya başlaması açısından çok önemliydi. Ayrıca gecenin orijinal bir Alvin Ailey koreografisi ile açılması da izleyiciyi etkilemek için kullanılan unsurlardan başka biriydi diye düşünmekteyim. Gösterinin ikinci bölümü olan “Solo” benim için en sıkıcı kısımdı. Çünkü bir hikâyesi olmayan belirli figürler benim dans için hissettiklerime pek yakın değil. Zira dansın kendi içindeki devinimini ve hikâyesini yaratmasını severim. Ancak “Solo”’da bu bir izleyici olarak bana geçemedi. Gösterinin en güzel bölümü üçüncü sıraya yerleşen bir Judith Jameson koreografisi: “Aşk Hikâyeleri”. Bu bölümde, modern dansın birçok farklı müzik türüyle olan ilişkisini AAADT dansçılarının eşsiz kıvraklıkları ve bedenlerindeki enerji ile kanıtlayan koreografi “Aşk Hikâyeleri”’nin bu kadar güzel olmasının ilk nedeniydi. Stevie Wonder’ın müziklerinin bir ilahi niteliğinde eşlik ettiği koreografinin bu kadar güzel olmasının bir diğer nedeni de dansçıların içindeki enerjiyi bu kadar başarılı ortaya çıkarabilmesi ve izleyiciye bu kadar doğal hissettirmesi. Gösterinin dördüncü ve son bölümü ise yine bir Alvin Ailey koreografisi olan “Aydınlanmalar”. Bu Alvin Ailey’nin belki de en önemli ve en çok alkış alan koreografisi. Alvin Ailey’nin çocukluk yıllarındaki anılarından ve yaşamından izlerle bezeli olan “Aydınlanmalar” sanki bir kasabada siyahlar-beyazlar kavgasının içinden kaçan ve kendi kiliselerinde “gospel” söyleyen küçük kasaba halkını anlatıyor. Kendisinin de deyimiyle “inanç, umut, neşe ve bazen hüzünle” dolu bu “gospel” müziği onun bu koreografiyi yaratmasındaki en büyük ilham olmuş. Bütün bu müziklerin ve koreografilerin hayat bulmasını sağlayan AAADT dansçıları İstanbul’da izleyenlere üç gün boyunca gerçekten bambaşka bir gece yaşattı.

Ve şov bitti, alkışlar dindi, dansçılar gitti. Sahne arkasının toplanması kaldı geriye. Dört gün boyunca evimden çok vakit geçirdiğim prodüksiyon odası, dinlenme salonu, kulisler… Hepsi yavaş yavaş boşalır. Yönlendirme kâğıtları birer birer toplanır, çöpler atılır. Bana sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir hafta, bir anda biter. Gösteri sonrası kutlamalar, tebrikler, teşekkürler, hediyeler… Hepsi bu kadar kısa bir süre içerisinde bu kadar güzel oluşan bir şeyi gösterir. AAADT yoluna devam eder.

Not: Bir hafta boyunca her an yanımda olan arkadaşlarım Adile, Bahar, Ilgın, Kerem, Kumru, Merve, Miray ve Serhat’a tekrar teşekkürler.