0

It Boy!

| 30 Nisan 2009 Perşembe


Severek takip ettiğimiz Efe Can'ın bu haftaki It Boy'u oldum. Modadan yola çıkarak yaptığımız keyifli röportaj Efe Can'ın seçtiği fotoğraflarla okumanızı bekliyor. Girin, okuyun, takip edin, eğlenin.

Efe Can in Wonderland
3

Matthew Williamson for H&M! (Part II)

|





0

garajistanbul'dan defile izlenimleri

| 28 Nisan 2009 Salı
Konu moda olduğunda değişim kaçınılmazdır. Ancak bu değişimin artık saniyede bir gerçekleşmesi hem beni hem de moda dünyasındaki her türlü aktörü daha da yoruyor, zorluyor... Elbette ki bu konuda bir şikayetim yok, bu yorgunluğu, devinimi, değişimi seviyoruz. İşte bu değişimlerin sonuçlarından birine de dün akşam garajistanbul'da şahit olduk.

Üç genç tasarımcı, üç yenilikçi fikir, üç defile. Her biri farklı konseptlerde, anlamlarda ve koreografilerde -evet evet, Simay Bülbül'ün broşürlerinde yazdığı gibi kareografi değil!- üç farklı bakışaçısı. İlk olarak Simay Bülbül'ü izlemeyi denedik. Denedik diyorum, çünkü sekiz dakika geç kaldığımız için içeri giremedik, ancak kapıdan biraz baktık. Sonuç olarak, kapıdan aldığımız basın dosyaları, tanıtım broşürleri ve deri çantacıklar içinde verilen bilgilerden fazlası yok elimizde. Tek söyleyebileceğim Simay Bülbül'ün tanıtım, sunum ve pazarlama olarak iyi hazırlandığı.



Simay Bülbül'ün defilesinden sonra Hatice Gökçe'nin 2009'un ilkbahar/yazı için hazırladığı Invincible(Yenilmez) koleksiyonunu izledik. Fight Club'tan fırlamış gibi gözüken modellerin sergilediği kıyafetler hakkında söylenebilecek en temel şey "kışkırtıcı" olduğu. Modeller arasında Serkan Tan, Umut Eker, Tarcan Pakman gibi tanıdık isimlerin yanında, ilk defa gördüğüm ve beni şaşırtan modeller de oldu. Ayrıca defilelerde görmeye alışık olmadığımız başka bir şey de bu modellerin platforma çıktıklarında birbirleriyle ilişkiye girmeleri, bakışmaları ve hatta tehdit niteliğinde ellerini çatırdatmaları, dişlerin sıkmaları gibi küçük ayrıntılardı. Hatice Gökçe'nin tasarımlarında ise girift, birbirine girmiş ve karmaşık desenler olmamasına rağmen, tasarımlardaki hareket öğesi kendini açık bir şekilde gösteriyordu. Genel olarak ipek ve ketenin hâkim olduğu koleksiyonda pöti kareli ceketlerden, çizgili süeterlere, neon renkte tulumlardan, dar pantolonlar ve bunlarla kombine edilen uzun gömleklere kadar birçok farklı tasarım vardı. Hatta yakında birçok erkekte göreceğimizi tahmin ettiğim tayt da Hatice Gökçe'nin yorumlarıyla kendine yer buldu. -Belki bir sonraki defilede de etek görürüz!- Hatice Gökçe'nin "Invincible" koleksiyonu ile sorguladığı birçok kavram var: Erkek egemenliği, yenilmezlik, erkeğin toplumdaki konumu, bu konum içerisinde erkekten beklenenler... İşte bütün bu kavramlar Hatice Gökçe'nin tasarımlarında bir bir incelenmiş ve kendini bir şekilde ifade etmiş.





Hatice Gökçe'nin kışkırtıcı, hareketli ve temposu yüksek defilesinden sonra Ümit Ünal'ın sakin, dingin, rahat ve dinlendirici tasarımları geceyi dengeledi. 1800'lerin Amerikasından fırlamış komün hâlinde yaşayan "amish" bir ailenin içinde bulduk birden kendimizi. Sefertasları taşıyan erkekler, flaşlardan utanan kızlar, birbirini tekrarlayan hareketler, dingin bir fon müziği. Ümit Ünal'ın her şekilde tamamladığı konsept kendini çok açık ve güzel bir şekilde gösterdi. Selma Ergeç, Adam D'arcy ve Dino'nun modellik yaptığı defilenin sonunda ise modellerin kurduğu masalar ve getirdikleri yiyecekler bütün bu konsepti tamamladı. En başta da yazdığım gibi Ümit Ünal bu defilede hem konsept oluştururken hem de tasarımları yaparken yaratıcılığın sınırlarını zorlamış, kendini aşmış.


0

Oh la la, seviyorum bu insanları!

|
Pek sevdiğimiz fotoğrafçı Annie Leibovitz, tasarımcı Marc Jacobs, müzisyen Justin Timbarlake ve top model Kate Moss birleşmiş, ortaya da ağzımızın suyunu akıtan bir fotoğraf çıkmış.

0

pixelist @ santralistanbul

| 27 Nisan 2009 Pazartesi
0

Kaattan Çanta!

|
2

Minimal Mc Donald's

|




0

Şeylerin Şekli

| 26 Nisan 2009 Pazar


Öncelikle bir kapıdan "çok amaçlı salon"a giriyorsunuz, biletler numarasız, bir şekilde yerlerinizi alıyorsunuz, sahnede adeta "David" heykelinden koparılmışçasına duran bir bacak heykeli, önünde bir yaprak. İlk günah, ilk sorgulama, ilk utanç, ilk kavrayışlar... Sonra oyun başlıyor yavaş yavaş, birtakım karakterler, "sanat" üzerine görüşler, doğaçlama niteliğinde diyaloglar, "bir manifesto / bir bildiri" adını vereceğimiz birtakım düşünceler, karakterlerin giderek çözülmesini de beraberinde getireceği konuşmalar... Bu karakterlerin üstüne eklenen iki yeni karakter, olayların daha da çok karışması ve bütün bir oyunun "bir üst kata" taşınması...

İşte asıl olay burada başlıyor aslında. Burası Akbank Sanat'ın "çağdaş sanat atölyesi". Bu atölye aslında çok ironik bir şekilde oyunun içinde yer buluyor kendine. Bu dört karakterin bir masanın etrafında birbirleriyle olan konuşmaları, bakışmaları, karşılaşmaları, bir "düello" niteliğinde hesaplaşmaları, geçmişi anımsamaları, hatta geçmişle hesaplaşmaları... Bütün bunları bir atölyede birebir gerçekleşiyor, gözlüyor ve izliyor gibi hissediyor seyirci. Eski defterlerin açılmasının beraberinde getirdiği huzursuzluklar, soğukluklar, değişkenlikler, karşılaşmalar... Bunların doğurduğu sorunlar, çözümler, yeni karışıklıklar... Bütün bunlar, aslında çok basit bir konu etrafında dönen bir tartışma yüzünden oluyor: İnsan. Bu dört karakter yavaş yavaş bu insan algısı üzerinden hayatın akışı içindeki diğer noktalar hakkında da birtakım görüşlerini ortaya koyuyor. İnsanın hayat içindeki yeri, insan bedeninin metalaştırılması, evlilik, kadın-erkek ilişkileri, düşünce yapıları ve "sanat"... O tırnak içinde yazdığımız, hatta bazen büyük "s" ile ifade ettiğimiz sanat kelimesi oyun içinde en çok sorgulanan ve izleyiciyle en çok karşı karşıya getirilen konu oluyor. Bu dört karakterin birbirleriyle olan ilişkileri, diyalogları, bu diyaloglardaki alt metinleri hepsinin sanata bakışaçısını ortaya koyuyor. Ancak bunu yaparken izleyiciye bir açık kapı, bir seçim şansı bırakıyor. İzleyiciye bir paket hâlinde sunulmuş bir sanat algısı, burjuvazi manifestosu ve sosyal ortam sunmak yerine, izleyiciyi oyunun bir nesnesi, bir oyuncusu hâline getiriyor. Bu "üst kat"ta birçok olay oluyor, kafalar karışıyor, hesaplaşmalar ve çözülmeler birbirini izleyerek bizi tekrar başka bir "üst kat"a yöneltiyor.

Bu üst katta ise oyunda "sergi" alanı olarak kullanılan müzik dinleme odası / arşivi var. İşte bu sergiyle ikinci bölümün sonunda biraz tuhaf bir şekilde tanık olduğumuz "son"u daha da içselleştirme olanağı buluyoruz. Bütün oyun boyunca bahsedilen insanın metalaşması kavramı ve sanat algısı, bu sergide kendini açık bir şekilde gösteriyor. Bu da izleyicide bir karmaşa, bir ikilem yaratıyor. Aslında bu yapılan gerçekten sanat mı, yoksa sanat için yapılan bu şey bir "iğrençlik / ikiyüzlülük" mü? Bir insanı değiştirmek, dönüştürmek hatta "yontmak" sanatın neresine oturtulabilir, bir insanın hayatını bu kadar açık bir şekilde ifşa etmek, onu bir meta hâline getirmek gerçekten nasıl bir kaygıyla, güdüyle yapılmıştır?

Şeylerin Şekli'nde büyük bir karmaşa, kargaşa ve ikileme tanık oluyoruz. İnsan ve sanat üzerinden eleştirilen, yorumlanan, gösterilen her şeye bir de "gerçeklik" sıfatı ekleniyor. Bu da izleyicinin kafasını daha beter karıştırıyor. Ancak açıkça Şeylerin Şekli'nin izlediğim en tuhaf ama bir o kadar da en çarpıcı ve güzel oyun olduğunu söyleyebilirim. Mekân kullanımından rejiye, oyunculuklardan, dekor ve kostümün uyumuna, müziğin dinamizminden diyalogların doğallığına her şey tam oturuyordu. Geriye merak edilen tek bir soru kaldı: Evelyn Adam'ın kulağına ne söyledi?
1

Obama Modası

| 24 Nisan 2009 Cuma
0

Hoş geldin Asra!

|


Serkan Kılıç'ın açtığı Asra ile tasarım dünyası yeni bir soluğa kavuştu, biz de biraz "oh" dedik. Web sitesini ziyaret etmenizde, sonrasında ise portfolyolarına bakmanızda yarar var. Zira web sitesinin anasayfasından portfolyoya geçemeyebilirsiniz.
0

Matthew Williamson for H&M!

| 23 Nisan 2009 Perşembe
Türkiye'ye hâlâ gelemeyen, ancak Terkos'ta ve Beyoğlu İş Merkezi'nde ihraç fazlası veya defolu ürünlerini bulabildiğimiz, pek sevgili H&M mağazaları Matthew Williamson'la anlaşarak renklerin ön plânda olduğu bir koleksiyon hazırlamış. İşte birkaç örnek:





0

Moleskine'e bir Türk "yorum"u!

|
Arwey isimli bir defter markası Moleskine'in fikir, tasarım, konsept ve "marka" oluşumundan yola çıkarak bir şeyler üretmiş, yapmış, etmiş. Göze çarpan tek yenilik koparılabilir küçük sayfalar olmuş sanırım. Onun dışında pek bir fark yok. Diğer Moleskine taklitlerinden tek farkı kalitesi ve "marka"laşma çabası olabilir..

0

Dünya Atay'dan Dirty İllüstrasyonları

|
Pek sevgili illüstratörümüz Dünya Atay, yine pek sevgili "underground" mekânımız Dirty'nin tuvaletlerini çizmiş boyamış. Ortaya da pek güzel, pek şahane bir şeyler çıkmış. Dirty'de tuvalette kalma sürelerinin uzaması gözlemlenirse, bilin ki Dünya'dandır.

0

Hatice Gökçe'den Invincible garajistanbul'da...

|
Hatice Gökçe'nin yeni tasarımlarının ilk göz görücüye çıkacağı, moda dünyasının bir "geri dönüş" yaşayacağı, garajistanbul'un "çok amaçlı etkinlik salonu" olma özelliğini bir kez daha pekiştireceği bir gece. Hep birlikte coşmak dileğiyle..

0

Puma için Hussein Chalayan!

|
0

Marco Dapper by Bradford Rogne!

| 21 Nisan 2009 Salı




0

Art by Chance, Chance by Art

|
http://www.artbychance.org/
0

Bir atölye de Pelte'den...

|
7 tane İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencisinin kurduğu Pelte isimli grup çalışmalarına devam ediyor. Son olarak Taşkışla kampüsünde yaptıkları "Help Me Out" atölyesi ile yine farklı bir şeyler denemişler. Herkesin serbest bir şekilde bir şeyler yazıp çizdiği, dev bir "tuvalet kâğıdı" çıkmış ortaya. Merak edenler için Fikret'in sayfasında daha ayrıntılı bilgiler var.





2

Iphone için Galeskins - The Garden of Earthly Delights

|
0

Soykırım derken? Gerek var mı?

|
Iğdır'daki Türk Soykırımı Anıtı ve Erivan'daki Ermeni Soykırımı Anıtı:



2

Gidilesi Sempozyumlar: I

| 17 Nisan 2009 Cuma
0

Tam da zamanı!

| 15 Nisan 2009 Çarşamba
0

Doğumgünün kutlu olsun Mimar Sinan..

|
0

Celebrate Originality!

| 14 Nisan 2009 Salı
0

İyi ki doğdun Bir Gün!

|