Toplumsal Değişim İçinde Kadınlar ve Kentler

| 17 Ağustos 2008 Pazar


Murathan Mungan kadına ve kadına ait duygulara bambaşka bir açıdan yaklaşıyor Kadından Kentler kitabında. Mungan, kadınların toplumsal rollerinden ve statülerinden sıyrılıp kendi kaderlerini çizme yetisine sahip birer birey oldukları ve kadın olmanın cinsel ve sosyal bir kimlik olmaktan çıkıp tek başına bir olgu hâline geldiği bir dünya yaratıyor kitabında. Toplumların kadınlara biçtikleri, zaman, mekân, kültür ve sosyal yapı ayırt etmeyen roller; farklı algılanan, ikinci plâna atılan, bir kenara itilen ve bütün kötü özelliklerin atfedildiği kadınlar, Mungan’ın kitabında birbiri etrafında dönen on altı farklı karakter ve kentle anlatılırken bu kentler ve karakterler son öyküyle birbirlerine bağlanıyor.

Her kadının evlat, abla, eş, anne, ev kadını olmaktan çıkıp bir tek “kadın” olduğu bu öykülerdeki kadınlar, öykülerin akışı içinde sahip oldukları tecrübeler ile farklı yollara yönelip farklı aşamalardan geçiyor. Mungan’ın sayesinde kendi kaderlerini çizme yetisine sahip olan kadınlar, bu tecrübeler ile hem kendilerine hem de çevrelerine daha farklı bakmaya, çevrelerindeki olguları ve olayları daha farklı algılamaya başlıyor. Unutulanlar, geçmişe gömülenler, hayaller, ortak umutlar, saklananlar, sırlar, kaçanlar, kovalayanlar, yorulanlar, geçmişi özleyenler, belirsizlik yaşayanlar, unutanlar, yaşamlar, ölümler ve zaman… Bütün bunlar Mungan’ın kişi ve kent tabanına oturttuğu kitabında kadınlarla birlikte başrolü paylaşıyor, hatta bazen rol çalıyor. Kitaptaki hiçbir olay ve hiçbir mekân öylesine seçilmemiş, her birinin bir anlamı var. Hiçbir şey tesadüf değil ve aslında her şey birbirine bağlı. Bütün düğümler son öyküyle çözülüyor ve bütün karmaşa son cümlelerde kayboluyor. Kadınlara tarih boyunca biçilmiş ve alışılmış bütün roller, yüklenmiş bütün sıfatlar, atfedilmiş bütün özellikler bir bir anlamlarını yitiriyor Mungan’ın kitabında. Her kadının bir hikâyesi var, hepsi de eski Türk filmlerindeki gibi “anlatsam roman olur” türünden hikâyeler. Bütün bu hikâyeler de İstanbul’da, rüyaların şehrinde birleşiyor.

Mungan’ın kitabındaki karakterler bize hiç yabancı olmayan insanlar. Yan komşumuz, köşedeki börekçi, evimize gelen gündelikçi, iş yerindeki asistan kız, sırada önümüzde duran kadın, pazarda yanımızdan geçerken bize çarpan yaşlı teyze… Her biri içinde bulundukları kentle özdeşleşmiş, içinde bulundukları kente bir anlam yükleyen kadınlar. Bütün bu özdeşleşmeye karşın hep bir boşluk var içlerinde. Kentlerde yaşayan ama o kente ait olmayan, olamamış, kendini başka yerlere ait hisseden bu kadınların bulundukları kentlerle kurdukları ilişkiler ve ortak bir noktada birleşen özellikler, öykülerdeki kadınların o kentlere hayat vermesini sağlamış, kitaptaki kentler içlerindeki dinamizmle kadınların da var olması için bir mekân olmuştur. Mungan’ın kadınları bu kentlerde yaşayan, bu kentlere hayat katan, küçük, sade, sıradan, basit ama gerçek ve bir o kadar da doğal kadınlar. Aslında hep bildiğimiz, dinlediğimiz, alıştığımız ancak farkına varmadığımız ve çoğunlukla dikkat etmediğimiz kişilerin, bize sıradan ve basit gelen, ancak aksine kendimize bu kadar yakın hissedeceğimiz öykülerini anlatıyor bu kadınlar. Bütün bu kadınların arasında erkekler ince tül bir perdenin arkasından gözüküyor kitapta. Sadece küçük dokunuşlarla bahsediliyor erkeklerden, sanki hiç yokmuşçasına. Bu yüzden bu kitabın kadınlara ithaf edildiğini söylersek, sanırım yanılmayız.

Kitaptaki kadınların bir diğer ortak noktaları da yalnızlıkları. Hepsinin birer ailesi, kocası, çocuğu, arkadaşı ve sevgilisi var, ancak hepsi bir noktadan sonra kendi içinde yaşıyor ve kendini yalnız hissediyor. Bu yalnızlık bazen bir seçim, bazense bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Ne şekilde olursa olsun Mungan’ın kadınları kendilerine ait dünyalarda yaşıyor. Ancak bu yalnızlığın da bir bedeli var kadınlar için. Çevreleri tarafından küçümsenen, acımayla bakılan, hesap sorulan bu kadınlar yalnızlıklarını başka şeylerle kapatmaya çalışıyor. Eğitimi, özgürleşmesi, bireyselleşmesi, cinsel ve sosyal bir olgu olmaktan çıkması, toplumsal statülerinden ve rollerinden arınması, yaşadığı kentle ve toplumla bir ilişki içinde olması bu yalnızlığı kapatma yöntemlerinden yalnızca birkaçı. Aşk ise yalnızlıktan kurtulmanın en kolay ve en çok tercih edilen yolu Mungan’a göre. Bu nedenle aşk ve yalnızlık ikilemi de eleştiriliyor kitapta. Kadınların bağlanma ihtiyacı, yönetilme isteği ve aşklarını “ideoloji”ye dönüştürmeleri; erkeklerin bağlanma korkusu, sahip olma arzusu ve geçici sevgileriyle karşılaştırılıyor bazen de. Bu çatışmalar ve karşılaştırmalar sadece satır aralarında belli ediyor kendini. Çünkü kitapta erkeklerin sadece basit bir yansıma olarak var olan cılız görüntüsü, kadınların o güçlü duruşlarının yanında adeta bir figüran niteliği taşıyor. Kentler de bu figüranların ve başrol oyuncusu kadınların sahneleri oluyor.

Türkiye’deki tarihsel, sosyal ve kültürel dönüşümün iki önemli tanığı bir paydada birleşiyor Mungan’ın kitabında. Kadınlar ve kentler birbirlerine bu dönüşümle bağlanıyor bütün öykülerde. Okuyucu bu dönüşüm içinde kitabın sunduğu hikâyelerde kendine de bir rol biçiyor, kendisini de kitaptaki karakterlerle özdeşleştirip, kendi öyküsünü oluşturuyor. Böylece kitap yayınlandıktan sonra da yazılmaya devam ediyor. Kitabın belki de en başarılı sayılabilecek özelliği, yani kurgusu, bu noktada devreye giriyor. Kitaptaki bütün olaylar ve karakterler birbirlerine bir ağ ile bağlanmış, bir dantel gibi işlenmiş. Kitabın asıl meselesi olan “olmak” ise ince detaylarda ve satır aralarında yer bulmuş kendine. Geleneksel ile modern, birey ile toplum, kadın ile erkek, yalnızlık ile grup psikolojisi, tercih ile zorunluluk gibi karşıt kavramlar hep birbirine bağlanmış ve kitabın kurgusuna farklı bir nitelik kazandırmış. Bir yandan da bu karşıt kavramlarla tarihsel sürece, sisteme, kurallara, biçilmiş rollere ve statülere, toplumsal sembollere ve önyargılara karşı çıkmış Murathan Mungan. Bütün dogmaları ve tabuları reddetmiş, bütün kuralları yıkmış ve bütün sınırları zorlamış. İnsanların, yani doğal olarak erkeklerin de, içindeki kadınları ortaya çıkarmış. Kadınsal bütün duyguları, yaşanmışlıkları, hatıraları, özdeşleşmeleri bir yapboz gibi birleştirmiş. Daha sonra ise bu yapbozu on altı parçaya ayırmış ve küçük ipuçlarıyla ve satır aralarına sıkıştırılmış detaylarla bizlere yeniden sunmuş. Birleştirmek ise, bizlere, yani okuyuculara kalmış.

0 yorum: